ARAP AYŞE HANIM
Sarayda çalıştırılmak üzere küçük bir kız çocuğu iken Sudan’dan getirilmiş olan Ayşe Hanım, esirlikle özgürlük arasında bir yerlerde sürdürüyordu hayatını.
Yuvalarında fıldır fıldır dönen kara gözleri, bir an halının üzerinde bir yere sabitlendi. Tepsiyi tutan buruşuk, kemikli kara elleri titredi.
Bir şey söylemeden birkaç kez gözlerini açıp kapattı. Sonra kara bulutların arasından fışkıran iri yağmur taneleri gibi gözyaşları yuvarlandı yanaklarına.
İri taneli gözyaşları, kızgın Afrika toprağına düşen yağmur taneleri gibi kara yüzünü yalayarak ellerine, kucağına damladı.
Evlendiği gece kocasını gördüğünde çok şaşırmıştı. Pamuk gibi bembeyaz, sarı saçlı, mavi gözlü, biraz da ufak tefek bir adamdı. Hani neredeyse Ayşe Hanım koltuğunun altına alsa taşıyacaktı. Önce ikisi de birbirine şaşkınlıkla bakmışlardı. Karşısında uzun boylu, iri memeli, koca götlü, bir dudağı yerde bir dudağı gökte denecek kadar koca ağızlı, kapkara bir kadın gören Mahir Efendi, kendisine şaka yapıldığını zannedip kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Muzip arkadaşları, genç ve güzel gelini bir yere saklayıp bu kara kızı odaya sokmuş olacaklar diye düşünmüştü. Evliliklerinin bir şaka olmayıp hakikatin ta kendisi olduğunu anladıktan sonra durumu kabullendiler.