RAŞEL

Raşel ikinci kez söyletmedi. Elbisesinin kollarını dirseklerine kadar kıvırdı. Kollarının şeffaf beyaz teni bu loş ve kirli ışıkta bile seçiliyordu. Aldırmadı.
Biraz önceki feraceli, peçeli kızdan eser kalmamıştı.
Eğer bu yaralı, hasta, inim inim inleyen gazilere yardım etmenin şartları yüzünü, kollarını ve boynunu açmaksa açmalıydı.

rahmenrasel

Sizlerin olmadığı topraklar bana vatan olur mu hiç? Üstelik dillerini de bilmem ki!
Ben ağlasam onlar güler. Ben gülsem onlar ağlar. İnsanlar birbirini anlamadan yaşayabilir mi? Yarından sonra gerçek gurbet, gerçek hasret başlıyor.
Ah vire Lebibem, en çok seni özleyeceğim. Seninle olduğu gibi kimselerle dertleşemem ki o gurbet ellerinde.
Kimse senin gibi sır tutamaz, kimselere güvenemem.
Buraların yazını bilirim sıcaktır, kışını bilirim soğuktur, bahar aylarına güvenilmez. Gideceğimiz memleketlerde, yazlar nasıl, kışlar nasıl onu bile bilemem.
Şu uçuşan kar taneleri gibi, nereye uçuşup nereye savrulup, nereye düşeceğimi, nerede eriyip yok olacağımı bilemem.


Gemi önlerinden geçerken bir kez daha baktı kalabalığın içine.
Mendil sallayan güvertedeki insanların arasında bir kırmızılık seçti. Küçücük kırmızı renk yavaş yavaş büyüyerek öne çıktı. Güvertenin kenarına yanaştı.
Başına beyaz bir şal sarmış beyaz eldivenli bir kadın, diğer kadınların aksine beyaz mendil değil, kırmızı bir şarpa sallıyordu.
Raşel’di bu.

HabibeHabibe